18 Şubat 2011 Cuma

NEDEN AYVALIK’TAYIM, NEDEN YAZIYORUM - WHY I AM IN AYVALIK, WHY I AM WRITING


Kendimi bildim bileli Ayvalık, özellikle de Cunda, yurdum oldu. Aslında Ankaralıyım. Beş yaşından beri her yaz geliyordum buraya; üç ay, bu cennette varolmanın tadına varıyordum. En içten dileğim, bizimkilerin buradan bir ev almasıydı, çünkü yaz-kış ulaşabilmek istiyordum Ayvalık’a. O zamanlar buraya yerleşebileceğimi bilmiyordum.
Şimdi, burada yaşıyorum.  Baktım bizimkilerin bir yer edinmeye niyeti bile yok ve baktım, benim için yaşamak demek burası demek ve hayallerimi zor da olsa kendim gerçekleştirmem gerek, 30’lu yaşlarımın başında kırılan hayatımın rotasını birdenbire buraya çevirdim.  Bana kalsa belki yine akıl edemezdim bunu ya, neyse ki kalbim dümeni kaptı, baş ipimi sevdiğimin uzattığı ele bıraktı ve böylece, bu kıyılara demirledim altı yıl önce.
 İnsan bazen ne kadar kör ve ne kadar sağır olabiliyor. Arzu ettiği şey gözünün önündeyken nasıl da göremiyor gerçekten.
Buraya yazın gelmekle (ne kadar uzun kalınırsa kalınsın), burada yerleşik olmak arasında dağlar kadar fark var. Eminim her yer için bu böyledir ama Ayvalık, ve Cunda, öyle ki… sanki gizlediği incilerini örtmek için binbir güzelliğe bürünmüş de kısa süreli ziyaretçilerini onlarla oyalıyor, asıl mütevazı mücevherlerini ona yüreğini verenlere sunuyor. Bilmem :) Belki de bana öyle geliyor. Bana kalsa, buranın her taşı, her kuşu, yazı, kışı, her şeyi bir başka güzel.
Bu yüzden olsa gerek, altı yıldır daha da yoğun olmak üzere, tanıdığım, sevdiğim herkese burayı anlatıyorum. Önce büyük bir aşkla, coşkuyla.  Sonra, endişe kaplıyor içimi. Çünkü değişiyor buralar. Maalesef bir yağmaya kurban gideceğinden korkuyorum yuvamın. Diğer birçok eşsiz diyarda olduğu gibi. Paylaşmak, göstermek, sevdirmek arzusuyla, korumak, kollamak kaygısı çatışıyor zaman zaman.  Ama içten içe biliyorum ki, insan sevdiğini korur ve tanıdığı, bildiği bir şeyi sevebilir ancak.  
Ben de, bir dostun önerisine kulak verdim; yana yakıla nefes tüketmenin yanı sıra, daha çok kişiye ulaşmak adına bu günlükleri yazmaya karar verdim. Sevdiğim Ayvalık’ı, evimi, burayı benim gibi sevecek insanlara anlatmaya…  Kim bilir, belki bir gün bu güzelliği savunmada onlara ihtiyacım da olur. Ve belki bu kez, yağmaya, talana, sadece kendi sahip olmak için çitler çevirip izole eden anlayışa, yerel yaşamı süpüren tektip betonlaşmaya karşı, bir kez olsun alıp-satma, yok etme olmadan,  bir arada, bir bütün olarak yaşamanın zaferini kutlarız.
Bir süredir zihnimde kaynamakta olan düşünceler, bu sabah Taş Kahve’nin önünde, güneşin altında huzura bakıp çay içerken yavaş yavaş tütmeye başladı bedenimden. Buharlaşmadan onları yakalamalıydım. Bozukluğu çay tabağına bıraktım ve son olarak, nerede durduğumu görmek için bir fotoğraf çektim.

****************************************


Ayvalık, especially Cunda, has been my hometown as far as I know myself. I’m from Ankara actually. I had come here since I was five and felt to live in this heaven for three months. My deepest desire was my parents’ owning a house here because I wanted to come any time of the year. At that times, I was disable to think that I can lead my life here.
Now, I’m living in this beautiful town. When I realized that my parents wouldn’t even intend to buy a house and that I had to realize my dreams by myself, even though it’s quite hard, I turned my way towards Ayvalık after my life had been broken in my early 30s. Probably I wouldn’t be able to do this, but fortunately my heart put my string into my lover’s hands and I anchored near this coast six years ago.
How a person can be so blind and deaf! How s/he cannot see the very beloved thing/place when it is obviously in front of her/him.
Anyway… Coming herefor summer holidays (no matter how long it is) is considerably different from settling here. I’m sure it is the same for anywhere. But this region is somehow…like dressed with lots of beauties distracting the short-term visitors’ attention so that it can hide its secret pearls and diamonds and display them to the ones who give their hearts to her.
Maybe because of these thoughts, I’ve been telling Ayvalık stories to everybody more intensely for six years. In the beginning, with love and enthusiasm; then, with worry and suspicion. Because, things are changing. I have the fear that my home is going to be destroyed soon, like in many other marvelous places. My will to explain, to share, to show contradicts the instinct to protect it.
However, actually I feel that something is protected only when it is loved and one can love something only when s/he knows and understands it.
That’s why I listened to one of my friend; I decided to write a blog to make people (who I hope will love here as much as I do) learn the obvious and also secret properties of Ayvalık. Who knows? Maybe one day I will need them in order to defend this beauty of the world and maybe this time, we will celebrate the victory of living altogether in harmony against destruction, isolation, one-typeness and concrete construction that wipes out local lives.
These thoughts were boiling in my mind for some time. They began to fume this morning while I was looking at the peaceful landscape under the shining sun in front of Taş Kahve. I was to catch them before they steam away. I put the coin onto the table and lastly, I took a photo in order to see where I am.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder